Doğu ve Güneydoğuanadolu bölgesi geçmişten günümüze çeşitli yaptırım ve baskılara maruz kalmış bir bölgedir. Uygulanan yaptırım ve baskılar her anlamda tahribata neden olmuş, bölge halkı madden ve manen büyük kayıplar yaşamıştır. Ekonomide, eğitimde, sağlıkta (son dönemler istisna) gereken ilgi gösterilmedi, yatırımlar yapılmadı. Bölge halkının yaşadığı manevi ve ekonomik sorunlar bölgenin sosyal dokusunu da büyük ölçüde tahribata uğrattı. Yaşanan göçler neticesinde bölge halkının büyük çoğunluğu Türkiye’nin batısındaki illere yerleşti. Şimdi ise halk adeta bir kültür depremi yaşıyor.
Bu halkı ayakta tutan bazı etkenler vardı. Bunlardan biri halkın sahip olduğu manevi değerler diğeri ise bölgenin kalkınmasına ciddi anlamda etki eden-edebilecek, katkı sağlayabilecek iş gücüne sahip genç insan potansiyeli, istihdam alan ve imkânları idi.
Bölgemiz, özellikle tarım ve hayvancılık alanında dağlarıyla, ovasıyla ciddi bir üretim alanı ve potansiyeline sahiptir. Bölgede sanayileşmede ciddi anlamda bir gelişme yaşanmadığından halk geçimini genellikle tarım ve hayvancılıkla sağlamış, devlet ekonomisine de ciddi katkılar sunmuştur.
Özellikle 90’lı yıllarda bölgemizde çok ciddi sıkıntılar yaşandı. Yaşanan çatışmalar sonucu bölgede huzur namına bir şey kalmadı. İnsanlar öldü, göçler yaşandı, bazı köyler tamamen boşaldı veya boşaltıldı, bölge harabeye döndü. İnsanlar yıllarca öz yurtlarından (köylerinden evlerinden) ayrı ve uzak yaşamak zorunda kaldı. Kimi aileler-insanlar bir daha dönmemek üzere, gittikleri yerlerde (illerde) kaldı. Kendi iş imkânlarına (tarım ve hayvancılık) sahip olan halk ‘veren el’ durumundayken, başkalarına muhtaç hale getirildi ‘alan el’ durumuna düştü. Daha sonra halkın, köylerine tekrar dönmeleri için ‘Köye Dönüş Projesi’ şeklinde bir proje geliştirildi. Köye dönüşler oldu fakat yaşanan olaylar, zulümler, insanlık dışı muamelelerin insanların hafızlarında bıraktığı izler silindi mi? silinir mi? Veya bu izlerin silinmesi için bir şey yapıldı mı? Uygulamalar sorunların giderilmesine-çözümüne yetti mi?
Hastalığı zamanında teşhis edip tedaviyi zamanında yapmadığınız takdirde bütün bir vücudu saran virüsü izale etmek artık çok zor olur. Belki de hastayı öldürür. Yaşanan tahribatlar tamir edilmeye çalışılıyor! fakat yaralar çok derin… İdarenin halkı nasıl yalnızlaştırdığına, kendi kaderine terk ettiğine dair bizzat şahit olduğum bir meseleyi paylaşacağım.
Muş Merkezde bir dönem gazetecilik yaptım. Gazetecilik yaptığım dönemde (2014) Varto’nun Leylek Köyünde, PKK yandaşları tarafından yol kapatma eylemi yapılmış, bunun üzerine tamamen halka mal olan (olumsuz anlamda) bazı olaylar yaşandı, tahribatlar oldu (araçların, işyerlerinin yakılması vs). O dönemde (aynı zamanda Çözüm Sürecinin! Olduğu dönem) PKK, Muş’un Dağ köylerinde hayvan yetiştiriciliği yapan halka (köylüye) keçi besleme yasağı getirmişti. Her aileye ancak 5 keçi besleme hakkı tanıyordu. Bu uygulama, kendisini bir halkın temsilcisi! Konumunda görenlerin kendi halkına! Yaptığı zulmün boyutunu da gözler önüne seriyordu. Bu arada biz de gazeteciler olarak hem yaşanan olaylar hakkında hem de ilimizin sorunlarını konuşmak üzere dönemin Muş İl Valisini ziyaret ettik. Ve ben bu konuyu (keçi besleme yasağını) İl Valisine ilettim. Bana verilen cevap karşısında adeta şok oldum. Sayın Vali; “keçiler ormana zarar veriyor” dedi ve bu cevap ister istemez “bu bölgede devlet kim” sorusunu akla getirdi ve bende bu soruyu sayın valiye sordum…
Bu meseleyi neden anlatım? Devlet politikalarının neden olduğu tahribatlardan bahsettim. Devletin himaye etmekle mükellef olduğu bir halk, tamamen kendi kaderine terk edildi. İş imkânları ellerinden alındı, insanlık düşmanı insafsızların insafsızlığına terk edildi. Yaşanan tahribatlar, şimdi pansuman tedbirlerle tamir edilmeye çalışılıyor. İnşallah tamir edilir diye temenni ediyoruz.
Son olarak; Bir toplumun gelişebilmesi, büyüyebilmesi için öncelikle o toplumda her anlamda güven ortamının oluşturulması lazım. Bu güven ortamının oluşabilmesi için ise başta devlet politikalarının doğru, güven verici, geçmişin izlerini silebilecek nitelikte olması, söylem ve eylemelerin birbiriyle çelişmediği bir tavrın ortaya konması lazımdır. Şahsi ve siyasi çıkarlar uğruna bir toplumun geleceği yeniden karartılmasın. Siyasilerin kullandığı dile çok dikkat etmeleri gerekir. Maalesef, siyasilerin şuan kullandıkları dil halk arasında kutuplaşmalara neden olabilecek nitelikte. Kaş yapıyoruz diyenler göz çıkardıklarının farkındadırlar sanırım. Geçmişin yaraları daha sarılmamış iken, yaraların deşilmesi veya yeni yaralara neden olabilecek hamlelerin yapılmasının hiç kimseye bir faydası olmayacaktır.
- Etiketler
- Tahribatın ‘Derin’ İzleri
- Muhammed MİRDESİ
- Hangisini Daha İyi Beslersem!
- 7 Ağustos 2018- 14:04:46
- Mansur YILMAZ
- Amacımız için ne yapıyoruz?
- 7 Şubat 2018- 16:33:53
- Konuk Yazar
- Sekizimiz odun çeker, Dokuzumuz ateş yakar
- 7 Ocak 2023- 22:24:07
- Harun Yedidağ
- Sanal Bir Hayat Yaşıyoruz
- 9 Ağustos 2018- 15:46:07